AKIL DEFTERİ… Yazan Jean-Claude CARRIERE… Yöneten Özgür KAYMAK…
İlginç bir oyun. İçeriğinin kavranması zaman alabilecek kadar karışık; izlerken keyif alıp eğlenebilecek kadar yalın. Hem zaman içerisinde hem de o anda sizi memnun edebilecek bir oyun veya hiç sıcak bakamayacağınız bir oyun. Fransız bir başlangıç seyirciye manasız gelebilir; çünkü açılışta çat kapı gelen tanımadık bir kadının (Suzanne – Eda Yılmaz YENER) adamın (Jean-Jacques – Eren ORAY) evine hemen yayılıp uzun uzun sohbete başladığını görüyoruz, üstelik adamın acelesi var. Adam da durumun saçmalığında kaybolmuyor, kadın da. Böyle bir kurgu bizim kültürümüzde saçma; ancak Fransız toplum yapısı göz önüne alındığında mantıklı gelebiliyor. Velhasıl, esas mesele kadının adamın evine paldır küldür girmesi sohbet etmesi değil; oyun ilerlediğinde temsile bir durum güldürüsü, bir vodvil, bir dram gözüyle değil bir tür kara komedi gözüyle seyretmeniz gerektiğidir bence. Oyuna kapılıp akış içerisinde kaybolmamak önemli.
Kısaca kadın adamın evine gelir ve adam kadını bir türlü evden çıkaramaz; ne var ki adam hayat temposu gereği acelesi olduğu için evinden çıkar ve her eve döndüğünde kadını yine evde bulur, kadın gitmemiştir.
Öncelikle Akıl Defteri adının kullanılması biraz abartılı geldi bana. Özgün adı L’Aide-Memoire’den bu kadar karmaşık bir mana çıkmıyor. İngilizcesi The Little Black Book ise daha manasız geldi bana. Ancak bire bir tercüme ile Hatırlatıcı Not veya bizdeki kullanımla Not da hiç tatminkâr olmazdı sanırım. Belki Hafıza Defteri, Hafıza Kaydı manasına yakın bir isim kullanılabilirdi; fakat kabul ediyorum kulağa pek hoş gelmiyor.
Akıl defteri Jean-Jacques’ın birlikte olduğu kadınların kaydını tuttuğu bir defter; çünkü Jean-Jacques çapkın biri ve birlikte olduğu kadınları hatırlayamıyor. Oyunun kritik noktalarından biri burası bence: Jean-Jacques çapkın biri. Ancak oyunda ve temsilde pek ciddi bir vurgu bulmuyor bu husus; sanki doğal bir süreçmiş gibi kaynayıp gidiyor. (Fransız kültürü ile alakalı muhtemelen.) Jean-Jacques sadece kadınlar için bir defter tutuyor; hayatına dair diğer tüm bilgiler hafızasında, genel bir unutkanlığı yok. Dolayısıyla tutulan defterin bir Çapkınlık Defteri olduğunu kabul etmeliyiz bence. Çapkınlık Defteri denildiğinde işin kalitesi biraz kısalıyor doğal olarak.
Konu bu defter üzerinde dönmüyor; konu Suzanne’ın birini arama vesilesiyle damdan düşer gibi Jean-Jacques’ın açık kapısından içeri girip eve yerleşmesi ve Jean-Jacques’ın Suzanne’ı evden atma çabası sırasında gelişen olaylar üzerine dönüyor. Defterin önemi ne o halde? Defter bizim Jean-Jacques’ın acaba Suzanne’ı önceden tanıyıp tanımadığı konusunda tereddüt etmemizi sağlıyor. Suzanne defterde yok ve ismini defteri inceledikten sonra söylüyor; acaba Suzanne gerçek ismi mi? Aradığı kişinin soyadı Ferrand; ama adını bir tek yerde duyuyoruz: Phillipe. Aklımıza takılan onlarca soru ve çelişen onlarca durum var. Adını Jean-Jacques olduğunu bildiğimiz adam oyunun sonuna doğru soyadının Ferrand olduğunu söylüyor. Adamın soyadı Ferrand ise neden başta Ferrand adında birini tanımadığını söylüyor? Belki kadının eskilerden biri olduğunu hatırlamıyor ve kendini güvende tutmak istiyor. Olamaz mı? Her şey mümkün. Ama adamın adı Phillipe değil! Kadının aradığı Phillipe Ferrand. Phillipe Ferrand kim, Jean-Jacques’ın ağabeyi filan mı? Ya da kadın gerçekten Phillip’i mi arıyor yoksa adamın kafası karışsın diye bir oyun oynayıp Jean-Jacques yerine Phillip mi diyor? Tüm çelişkiler, sorular, soru işaretleri oyunun bizden beklediği tepkilerin bir özeti aslında. Anlar, durumlar, kişiler…
Jean-Jacques’ın psikolojisindeki hızlı ve ters yönde değişim de ilgi çekici mesela. Oyunun süresi üç güne yayılmış. Örneğin ilk günün akşamı Jean-Jacques arkadaşlarıyla yemekte buluşmak üzere evden çıkarken gayet sinirli bir biçimde “Bunu ödeyeceksiniz. Size ant içiyorum bunu bana ödeyeceksiniz. Artık kesinkes gitmeniz sizin yararınıza. Eğer sizi bir daha burada görürsem, uyarıyorum… Ben…” diyor. Ertesi sabah eve dönüyor ve kadını yatakta uyur buluyor, uyandırmıyor ve masaya çarparak ses çıkarıyor; kadın uyanıyor. Bu noktadan sonra adam tamamen kuzu kesiliyor. O zaman akla şu soru takılıyor: Acaba gece ne oldu? Zamanda bir gece mi geçti yoksa
Son sahnede yaşanan durumun bir kısırdöngüyü aktarmaya çalışıp çalışmadığı sorusunu sorduruyor. Yani acaba hayata dair genel bir döngüye mi işaret edildi yoksa tek bir ilişki üzerinden mi yorumlanmalı?
Yoruma dekor tasarımı (Sinan SUNGUR) etki edince zaman ve mekân kavramının üzerinde durulduğunu anlıyoruz. Perspektifi olan bir dekor görüyoruz. Giriş çıkışlarda saat yönünde değişen bir dekor; yani temsilin başlangıcında solda kalan giriş, ikinci sahnede ortada, üçüncü sahnede sağda ve dördüncü sahnede yine solda kalıyor; tüm dekor dönüyor. Ve duvarda oyun bütünlüğündeki zaman diliminden bağımsız su gibi akıp giden dev bir duvar saati. İşte yönetmen ve dekorcunun bu ortak çalışması bize oyunu daha farklı bir boyutta yorumlamamız konusunda çok ciddi bir yön veriyor. O halde bazı basit soruların cevaplarını daha genel, belki biraz felsefi çerçevede bulmak gerekiyor. Yukarıda sorduğum kimi sorular kendi içerisinde cevap bulabilir, belki bir mana da kazanır; ama ayrıntılı bir okuma (veya dikkatli bir seyir) öznel tavırdan kopup nesnel bakılması elzem oluyor.
Dramaturg Özcan ÖZER’in temsil kitapçığında yer alan Akan Zaman İçinde Kadın ve Erkek başlıklı yazısında (biraz karmaşık olmakla birlikte) oyunla kesişen cümleyi yakalayabiliyoruz:
“Oysa, tıpkı oyunda karşımıza çıktığı gibi aynı olayın hem saçma hem ussal hem karmaşık hem anlaşılır hem çelişkin hem de bağlantılı olduğunu bilmemektedir.”
Kadını canlandıran Eda Yılmaz YENER’in harika bir ışığı var ve bunu oyuna yansıtmayı başarıyor. Jean-Jacques’i canlandıran Eren ORAY bu tür komedi unsuru da barındıran oyunlar için uygun; YA DEVLET BAŞA YA KUZGUN LEŞE’ye ne kadar uygun değilse, AKIL DEFTERİ’ne o kadar uygun.
Müzik tipik Fransız ve güzel; ama acaba bir parça da duruma uygun bir bilinmezlik, soru işareti, kaotik geçişler, efektler kullanılabilinir miydi?
Özetle hâlâ Akıl defteri adının uygun bir isim olmadığı kanısındayım. (Ek olarak küçük bir eleştiri, dosya ararken bavuldan ıvız zıvır çıkması akışı bozan absürt bir durum.) Kolay bir temsil olmadığı kesin; seyircilerin tek seferde kolayca kavrayabilecekleri bir oyun olduğunu sanmıyorum. Güzel bir temsil olduğuna şüphe yok. Kendimi zorlayamam diyen gidip oyunun akışındaki keyfi kolayca yakalayabilir; daha zorlayıcı bir sonuç almak isteyenler biraz daha dikkatli seyredebilirler.